“Gökyüzüne Gülümseyebilmek”



İnsan kendini nereye ait hisseder? Neden bu kadar çabalarız ait olabilmek için? Bir vatana, bir aileye, bir aşka, bir eve, bir insana… Belki de asıl çabamız, dünyaya ait hissedebilmek içindir.

Klişe olsa da sıkça hatırlanan bir söz vardır: “Dünya, hassas kalpler için bir cehennemdir.” Gerçekten de öyle midir? Herkes kendi cehennemini ya da cennetini kendi mi yaratır? Ve herkes bu dünyaya ait olmak zorunda mıdır? Belki de bazı kalpler, ait olmadıkları bir yerde atmaya çalışıyordur.

Bugün yaşadığımız dünyada her şeyin merkezinde para var. Tüm mutsuzluklarımızın temelinde de o yatıyor. Para, bir araç olması gerekirken artık bir amaç haline geldi. Parayla mutluluk, parayla aşk, parayla huzur; hatta bir yere kadar sağlık bile satın alınabiliyor. Para güçtür, metadır, iktidardır... Ama sonunda dönüp baktığımızda, sadece bir kâğıt parçasıdır.

Maaşlı çalışanlar sabah akşam işte. Çoğu, yaptığı işi severek değil, zorunda olduğu için yapıyor. Gün boyunca gökyüzüne bakmıyor, güneşin tenine değdiğini fark etmiyor, toprağa basmıyor, doğru düzgün beslenmiyor… Yorgun bedenlerini ayakta tutmak için kahveye sarılıyor.

Haftanın tek boş günü, çoğumuz için dinlenme değil; başka görevlerin zamanıdır: Alışveriş, temizlik, yemek, çocukla ilgilenmek... Kimse tam anlamıyla “boş” bir gün yaşamıyor. Herkesin bir beklentisi var çünkü.

Erkekler evin derli toplu, yemeğin hazır, kıyafetlerin ütülü olmasını istiyor.
Kadınlar, sadece bir gün boyunca kimsenin kendisinden bir şey istemediği, sessiz bir dinlenme zamanı arıyor.
Çocuklar sevgi, ilgi, oyun; annelerinden yorgun bedenlerinin ötesinde bir dikkat bekliyor.
Babalarıyla ekransız zaman geçirmek istiyorlar.
Daha büyük çocuklar, yani yetişkinler, kendi anne babalarından da beklenti yükleniyor: Hürmet, sohbet, ilaç saatlerini takip etmek, hastaneye birlikte gitmek…
İşveren, daha çok iş, daha fazla kâr istiyor.
Arkadaşlar, sohbet etmek, buluşmak, zaman ayırmak istiyor.

İnsan aslında bazen sadece durmalı. Hiçbir şey yapmadan, sadece nefes almalı… Ama modern zamanın en büyük ikinci problemi zaman.

Bilimsel olarak da gösterilmiş ki zaman artık daha hızlı akıyor. Çocukken günler uzun gelirdi; şimdi ise bir ay göz açıp kapayana dek geçiyor. Hep bir acelemiz var, hep bir yerlere yetişmemiz gerekiyor.

Diyelim ki haftanın altı günü çalışıyorsunuz. Günde toplam 2 saatinizi işe gidip gelirken harcıyorsunuz. Bu, haftada 12 saat eder. Stresle, koşuşturmayla geçen saatler…

 Oysa başka bir hayat mümkün. Kolay mı? Hayır. Hele cesaretiniz yoksa, çok daha zor. Ama mümkün mü? Kesinlikle.

Risk almalı mı? Evet. Çünkü başka türlü gökyüzüne gülümseyerek bakmak, ayaklarını toprağa basmak, sabaha umutla uyanmak gerçekten çok zor.

Bu blogdaki popüler yayınlar

RİTÜEL- Hıdrellez ... en sevdiğim

Hoşgeldin 34 yaşım...

Abum Rabum-İskender Pala 2018 10. Kitap